Enes Cansever
(Gazeteci - Yazar)
Konya denince akla ilk gelen Hz. Mevlânâ olur. Tabii ki, Şeb-i Arus’un, manevi iklimi belirir gözlerimizde. “Gel, ne olursan ol yine gel!” diye yükselen ses, engin bir görüşü ve zengin bir hoşgörüyü barındıran anlayışı hatırlatır bizlere.
Bu kadim şehir, Gevher Nesibe belleğimizde belirir. Onun peşi sıra gelenler, 21. asrın Gevher Nesibeleri Fatma, Leyla, Emine, Fatma Hanife, Hacer, Betül öğretmenler ve adını sıralayamadıklarımız.
Hiç şüphesiz bu tablo, bir devrin utancı, karanlık bir devrin fotoğraflarından biridir.
Anadolu’nun bağrında yaşanan kapkara bir zulüm… Gözler kör, kulaklar sağır. Kalpler mühürlü, vicdanlar paslı. Doğrusu, ne Anadolu eski Anadolu, ne de Konya eski Konya…
Hoşgörü rafa kalktı, Mevlana öğretileri lafta kaldı. Bekir’ler, Berk’lerden ve Fatıma’lardan, Haluk’lar Esen’lerden, Fatma Hanifeler Ahmetler’den, Mevlüt’ler Aliler’den, Esralar Fatih’lerden, Şükran’lar Ümit’lerden, Zekiye’ler ve Harun’lar, Ahmet’lerden koparıldı.
Duyan yok mazlumu, sesine ses verecek yankı da yok ortalıkta. Cahiliye çöllerindeki azgınlığa rahmet okuttu gaddarlıklar.
GÖNLÜMÜZ PARAMPARÇA!
Bir kadın, bir öğretmen Fatma Görmez. Mesleğine aşık. KHK zulmüyle mesleğinden men edildi. İşini ve eşini seven, hayat dolu bir öğretmenin hayatına kıydılar.
Hem de herkesin gözünün önünde.
Sevdiği eşi Bekir Öğretmen, bir şafak vakti operasyonuyla elinden alınıp kara zindanlara yollandı. Suçu (!), atılmış bir tweetten ibaret.
Engelli oğlu Berk ve kızıyla yapayalnız kalakaldı. Üzüntüye dayanamayan bu çaresiz anne, işitme duyusunu kaybetti.
CEZAEVİNDE, KALIN CAMIN ARKASINDA AĞLAYARAK ANLAŞMA!
En büyük şoku cezaevindeki ilk görüş gününde yaşar Fatma Öğretmen. Cezaevi yönetimi işitme cihazının içeri sokulmasının yasak olduğunu söyler. Günlerce birbirini göremeyen iki eş, kalın camın arkasından sadece karşılıklı ağlaşarak dertleştiler. Birbirlerine tek bir kelime söyleyemeden, gözyaşları eşlik etti sadece onlara.
Yaşanan dramın ağırlığıyla oğul Berk, önce melek olup uçtu öte tarafa. Esaretteki baba Bekir, ellerindeki kelepçeyle getirildi cenazeye. Bir avuç toprağı atamadı cennet kuşunun mezarına.
Defin boyunca bu tabloyu izledi Mevlânâ Celaleddin’in beldesi. Bu tablo, tarifsiz bir kinin ve bambaşka bir nefretin panoramasıydı aslında.
Önce aşından, çok sevdiği işinden, eşinden ve sağlığından edildi Fatma Öğretmen. Ardından güzel yavrusu Berk’ten, sonra da biricik kızından ayırdılar, bu devrin zalim mi zalim gaddar mı gaddar rejiminin, mimarları. Gün gün adeta mum gibi eridi KHK’lı öğretmen. Koca vücudu, 29 kiloya kadar düştü.
FATMA ÖĞRETMENİN YÜREKLERİ YAKAN MESAJI:
Fatma Öğretmen şöyle dile getirmişti durumunu: “Çok sevdiğim sınıf öğretmenliğinden ayrılmak zorunda kaldım. Böbrek nakli nedeniyle malulen emekliliğim, KHK ile ihracım nedeniyle olmadı.”
“Yardım edin, ihtiyacım var!” çığlığı nasırlı vicdanlarda yankı bulamadı ne yazık ki.
“Eşim suçsuz yere hapiste.” dedi ama bu devrin yargıçları çoktan adaleti rafa kaldırmıştı.
Oğlu Berk’i kelepçeyle uğurlayan Bekir Öğretmen, eşi Fatma’yı uğurlayamadı.
Mevsim Muharrem olmasa da, Konya ovası çöle dönüşmüştü. O, Gül Peygamber’in torunu Hüseyin’e çektirilen acılar gibi, asrımızın Yezit’leri, Kerbela’yı yaşattı Görmez ailesine. Dirisine de ölüsüne de, acı çektirmeye yemin etmişti taş kalpliler.
Adeta bugünler için söylemişti sanki Mevlana şu sözü: “Susamak ve susmak çok benzerdir. Birinde dilin, diğerinde yüreğin kurur.”
Ne yazık ki, Anadolu’yu Kerbela’ya çevirenler, dilleri de yürekleri de kuruttular.
Görmez ailesinin dramından geriye, zindanda çaresiz bir baba, küçük yaşta annesiz ve kardeşsiz kalan masum bir kızcağız kaldı.
Şikâyet ediyoruz, bu gönül kırıklığımıza neden olanları sana ya Mevla!