Nazlı Vatansever
(Eşi)
Eşim Şerif Vatansever bilgisayar öğretmeniydi. Ben de Matematik öğretmeniydim. İki evladımızla birlikte mütevazi bir şekilde yaşadığımız hayatımız eşimin 02.08.2016’da Bylock programı kullandığı iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanmasıyla alt üst oldu. Aylar sonra Mart 2017’de, Yalova Emniyet Müdürlüğü’nden arayarak çocuklarımla birlikte acilen çağırdılar. Eşim Kocaeli Kandıra Cezaevi’nde tutuklu bulunduğu sırada, oraya gelen polisler tarafından defalarca sorguya çekildiğini daha önce söylemişti.
EŞİMLE BİZİ KÜÇÜK BİR ODADA SAAATLERCE SORGULADILAR
Bu yetmemiş, eşimi alıp Yalova Emniyet Müdürlüğü’ne götürmüşlerdi. Eşimin ikinci gözaltı sürecinde, bizi defalarca emniyete çağırdılar.
Bir defasında, eşimle birlikte beni küçük bir odaya alıp beş altı polis, saatlerce sorguladılar.
Başka bir zaman da, çocuklarımla beni kameranın izlediği bir odada uzun süre beklettiler. Sonradan eşimden öğrendiğime göre, bizler üzerinden eşimi tehdit etmişler. İstediklerini yapması için bizi orada bulundurmuşlar. Geçirdiğimiz bu korkunç günlerden iki hafta sonra 28.03.2017 tarihinde ben de tutuklandım ve Kocaeli Gebze Cezaevi’ne gönderildim.
BEN DE CEZAEVİNE GİRİNCE İKİ EVLADIMIZ ANNESİZ VE BABASIZ KALDI
Ben de tutuklanınca, o sırada 11 ve 9 yaşlarında olan çocuklarımız Ferid ve İnci hem babasız, hem de annesiz kaldılar. Seneler boyunca eşimle tek iletişimimiz ziyaretimize gelen çocuklarımız üzerinden birbirimize ilettiğimiz mesajlarımızdı.
Yaklaşık dört sene hapis yattıktan sonra, denetimli serbestlikle bırakıldım. Ben hapisten çıktıktan sonra, eşimin çıkışına yaklaşık iki yıl kalmıştı. Çocuklarımla birlikte günleri tek tek sayıyorduk. Tekrar mutlu bir aile olacağımız güzel günlerin hayali bizi heyecanlandırıyordu. Derken bütün dünyayı etkisi altına alan Korona salgını başladı. Salgından dolayı cezaevlerinin büyük kısmı boşaltılmış olmasına rağmen, eşim ve eşim gibi masumlar serbest bırakılmamıştı. Hijyenin çok önemli olduğu bu salgın döneminde eşim, 12 kişilik koğuşta yirmiden fazla kişiyle kalıyordu.
KOĞUŞLARDAKİLERİN YARISI YERDE YATIYORDU
Beslenmeleri çok yetersizdi. İstedikleri zaman doktoru göremedikleri gibi, ilaçları da temin edemiyorlardı. Bu sağlıksız koşullarda bile defalarca koğuş değişikliği yapılıyor, hastalığa yakalananlar o kalabalık koğuşlarda kalmaya devam ediyor, diğer kişilere de hastalık bulaşıyordu.
Tüm bu olumsuz şartlara rağmen belirti gösterenlere bile test yapılmıyordu. Birçok hasta ancak ölüm döşeğine geldiğinde hastaneye sevk edilmişti. Çocuklarım ve ben eşime kavuşacağımız günün hayaliyle kendimizi avuturken, ben tahliye olduktan beş ay sonra eşimin vefat ettiği haberini aldık. Senelerdir doğru düzgün güneş görmeyen, sağlıklı beslenemeyen, türlü haksızlığa maruz kalan eşimin direnci kalmamış ve korona hastalığını atlatamamıştı.
Eşimin vefatından sonra eşyalarını teslim aldım. Eşyaları arasındaki dosyaları incelediğimde yaşadığı ihmalleri görünce hayrete düştüm.
Eşim vefatından önceki son birkaç ayda mahkemeye defalarca dilekçe göndermiş. Dilekçelerinde; içinde bulunduğu olumsuz şartları ayrıntılı olarak anlatmış. Kendisinin de diğer serbest bırakılanlar gibi denetimli serbestlikle cezaevinden çıkarılmasını talep etmiş.
Eşimin, koronaya yakalanma endişesiyle yapmış olduğu tüm başvurular reddedilmiş.
Eşimle aynı koğuşta kalıp tahliye olan bir arkadaşı bana eşimin cezaevindeki son günlerini anlattı. Eşim, koronaya yakalandıktan sonra, yatağından kalkamayacak kadar ağır bir şekilde hasta olmasına rağmen, ayrı bir revire dahi alınmamış, koğuşta bırakılmış, hastaneye kaldırılmayarak, hem eşimin, hem de koğuşundaki diğer insanların hayatları riske atılmış. Yani eşim bile isteye, ölüme terk edilmiş.
Başka bir yıkım da eşimin, e-devlet üzerinden sağlık geçmişini incelediğimde yaşadım. İlk göz altında, darp nedeniyle altı defa, ikinci göz altında yine darp nedeniyle beş defa acile kaldırıldığını öğrendim. Bilgisayar öğretmeni olan sevgili eşimle evliliğimizin üçte birini ayrı geçirdik. Çocuklarımıza hasret kaldık. Bu yaşadıklarımızın asla bir telafisi yok. Çünkü eşim artık hayatta değil.